Aziz Polikarp,  Novenalar

2024 Aziz Polikarp Novena Vaazları 7

Novena yedinci gün

Antakyalı Aziz Ignatius

İzmir, 20 Şubat 2024

Sevgili kardeşlerim,

 

Bugünkü meditasyonumuz için Tarsuslu Aziz Pavlus’un Romalılara mektubunda yer alan, hepimizin “Bizi kim ayıracak?” diye tanıdığı metni ele almak istiyorum. Paskalyaya Hazırlık döneminde ve akabindeki Kutsal Haftada gözlerimizin önünde ve kalbimizin derinliklerinde tuttuğumuz görüntülerin en önemlisi hiç kuşkusuz Rabbimiz Mesih İsa’nın haçıdır. Haç, doğal olarak her birimize ürkünç gelse de çarmıha gerilmek suretiyle öldükten sonra Baba Allah’ın lütfuyla dirilen Rabbimiz Mesih İsa sayesinde bizler için bir yaşam ağacına dönüşmüş, O’na tüm iman edenler için bir kurtuluş kaynağı olmuştur. Bu yüzden, esasen, İsa Mesih’in öğrencileri olarak ondan korkmamamız gerekir. 

Eğer bu metni yakından inceleyecek olursak onun geri planında adeta bir duruşma tasavvur edebiliriz. Söz konusu duruşmanın sanığı Hristiyan’ın bizzat kendisi, suçlayıcısı Kötü Olan iken, savunma koltuğunda ise aracılık eden, kefaret ödeyen ve kurtaran, yani ölmüş ve dirilmiş Mesih’in bizzat kendisi bulunmaktadır. 

Bu duruşmayı, diğer tüm duruşmalardan ayrı kılan ise bu yargılanmanın diğer yargılamalar gibi korkutucu olmamasıdır. Neden korkutucu değildir? Korkutucu değildir, çünkü Aziz Pavlus’un da irdelediği üzere “eğer Tanrı bizden yanaysa, hiç kimse bize karşı olamaz”; eğer Tanrı katında savunucumuz İsa Mesih ise bizler kaybedenlerden değil kazananlardan olacağızdır. Bir başka deyişle Mesih o duruşmayı bizler adına kazanmıştır.

Nitekim Baba Allah engin sevgisinde bizlerin kurtuluşu için biricik oğlunu feda etti; Oğul Kötü Olan’ın tüm suçlamalarını bertaraf etti ve vaftizle Oğul ile birleşen her Hristiyan “muzaffer” biri olarak tüm denemelerle ve engellerle yüzleşebilecek hale geldi. 

Ama bizler bütün bu lütfa kırılgan vazolarda sahibiz. İsa’dan ayrıldığımız her an denemeler üzerimizde etkili olabilirler. Nitekim Pavlus, Tanrı’yla insanı birleştiren canlı sevgi akımını kesmeye çalışan bir perde gibi Mesih’le inanlının arasına girebilecek birtakım gerçekliklerden bahseder. Bunlar, yaşamın küçük ve büyük zorluklarından mütevellit 7 zorluktur: Sıkıntı, ıstırap, zulüm, açlık, çıplaklık, tehlike ve kılıç. Bu, her inanlının yaşam yolculuğunda karşılaştığı ve aşamaları genellikle gizli olan Haç Yolu’dur.

Bunların üstesinden gelmek için Mesih’e sevgi ve özveri ile bağlı olmak gerekir. Tıpkı gelin ile güveyin birbirine bağlı olması gibi. Bugün çevremizde, evliliklerinin 50, 60. yıldönümünü kutlayanlara baktığımızda, onların yaşamları süresince karşılaştıkları sayısız güçlüğe rağmen birlikte olmalarının arkasında yatan yegâne şeyin sevgi olduğunu anlıyoruz. Bu birleştirici kutsal sevgi sayesinde, zorluklara birlikte göğüz germesini bilmiş ve birlikteliklerini korumak suretiyle muzaffer olmuşlardır.  

İlahi aşkla kuvvetlenen evlilik aşkı her türlü imtihanın karanlığıyla yüzleşir, dışsal şeylerin kuşatmasının üstesinden gelir, krizlerin üstesinden gelir. Avilalı Aziz Teresa’nın çok güzel bir sözü vardır; Tereza şöyle söyler: “Sin amor todo es nada!”. Yani, “Sevgi olmaksızın her şey bir hiçtir!”. Sevgi her şeye tat verdiği gibi her sıkıntının üstesinden de gelir. İnanan eşler hayat birlikteliklerine bu yolun taşlarla, çöllerle ve dondurucu gecelerle dolu olacağının bilinciyle girerler. Ama aynı zamanda “sevginin ölüm kadar güçlü” olduğunu da tecrübe edeceklerdir. İlahiler İlahisi kitabı sevgiyi coşkulu sözlerle böyle tarif eder: “Beni yüreğinin üzerine bir mühür gibi, Kolunun üzerine bir mühür gibi yerleştir. Çünkü sevgi ölüm kadar güçlü, Tutku ölüler diyarı kadar katıdır. Alev alev yanar, Yakıp bitiren ateş gibi. Sevgiyi engin sular söndüremez, Irmaklar süpürüp götüremez” (8,6-7a).

İşte bugün sizlere bütün bu acıları tecrübe etmiş ama sonuna kadar İsa’nın sevgisine sadık kalmış, yani gerçek Sevgi’yi coşku ve sadakatle yaşamasını bilmiş bir Aziz’den, Aziz Polikarp’ın çağdaşlarından, üzerinde yaşadığımız bu kutsal toprakların müstesna azizlerinden olan Antakyalı Aziz İgnatius’tan bahsetmek istiyorum.

Antakyalı Aziz İgnatius, antik dünyanın Roma ve Mısır’daki İskenderiye’den sonra üçüncü metropolü olan Antakya’nın episkoposuydu. Bildiğiniz gibi ve Elçilerin İşleri Kitabından öğrendiğimiz üzere Antakya’da gelişen bir Hristiyan cemaati vardı ve İsa Mesih’in ardından yürüyenler ilk defa Antakya’da “Hristiyan” olarak çağrılmaya başlanmışlardı (11,26). Eğer bugün bizler gururla kendimizi Hristiyan diye çağırabiliyorsak bunun ilk temellerinin atıldığı topraklardır Antakya. Ve Antakya’nın ilk episkoposu da Havari Aziz Petrus’tan başkası değildir.  

İşte Aziz İgnatius Aziz Petrus’un halefiydi ve tıpkı Antakya’nın antik dünyanın sütunlarından biri olması gibi, antik kilisenin de sütunuydu. Kendisi bir Roma vatandaşı değildi ve aslında bir Hristiyan olarak da doğmadığı ve çok geç din değiştirdiği anlaşılıyor. Bu onun son derece keskin zekaya sahip bir adam ve şevkle yanan bir din adamı olduğu gerçeğini değiştirmediği gibi, “Hristiyan doğulmaz ama Hristiyan olunur” diyen Tertullianus’un bu açıklamasını da tasdik ediyor. İgnatius İsa’nın sevgi ateşiyle öylesine yanıp tutuşuyordu ki onu tanıyanlar onu adeta ismi gibi ateşe benzetiyorlardı; nitekim İgnatius isminin kökü olan “ignis” Latincede de ateş anlamına gelmektedir.

Aziz İgnatius, 107 senesinde şehit edilinceye kadar 37 süreyle Antakya’da episkoposluk yaptı. Dördüncü yüzyıl tarihçisi Sezariyeli Eusebius’un bize aktardığı üzere İgnatius Antakya’da episkopos iken, tutuklanmış ve Roma’da sirkteki vahşi hayvanlara yem olarak atılma cezasına çarptırılmıştı. Düşünün kardeşlerim İsa’nın sevgisiyle yanıp tutuşmanın, Hristiyanca yaşamanın cezası vahşi hayvanlara yem olmak. İnsanlar yüzyıllardır Mesih’in sevgisi uğruna ne zorluklara katlanıyorlar. Bunları bugün karşılaştığımız zorlukları göğüslerken hatırlamamız gerekiyor.

Hiç kuşkusuz Antakya’dan Roma’ya kadar yolculuk kolay bir yolculuk değildi. Ama bizi ilk baştan şaşırtan şey var. İgnatius bu zorlu yolculuk esnasında kendisini hiç düşünmedi, çektiği ızdırapları, işkenceleri, yorgunluğu görmezlikten geldi. Bilakis, kendisinden ziyade yıllarca sevgi ve özveriyle hizmet ettiği kardeşlerini, evlatlarını düşündü. Onları imanlarında kuvvetlendirmek ve teselli etmek için yolculuğu sırasında yedi adet mektup yazmak suretiyle bir dizi nasihatle kendi tinsel vasiyetini açıklayarak tüm Kiliseleri güçlendirmeye çalıştı.

Okuyun bu mektupları, hepsi Türkçeye çevrilmiş coşku dolu mektuplar. Her biri Aziz Pavlus’un mektupları kadar kuvvetli, mistisizmle yanan, hayırseverlik ile göz kamaştıran mektuplar. Bu mektuplarda ölüme giden episkopos, inananlara günahtan kaçmalarını tavsiye ediyor, Kilisenin öğretisine karşı yapılan hatalara karşı onları korumaya çalışıyor ve her şeyden önce kilisenin birliğini koruma gayretini güdüyordu. 

Şimdi gelin hep beraber bu mektuplardan bazı satırları okuyalım ve kalplerimizi onun coşku dolu sözleriyle besleyelim. İgnatius’un şehitlik yolculuğunun ilk durağı, Aziz Yuhanna’nın öğrencisi Aziz Polikarp’ın episkoposluk yaptığı Smyrna şehriydi, yani bu güzel şehirdi. Sizler Aziz Polikarp gibi, Aziz İgnatius gibi Hristiyan imanının temel taşları azizlerin hemşerilerisiniz, bunu hiçbir zaman unutmayın ve onlardan feyz alın. Azizler gemilere rehber olan deniz fenerleri gibidirler, gemilerin limana güven içinde yaklaşmasını sağlar. Sizler de bu deniz fenerlerinin en önemlilerine sahipsiniz ve onları dinlerseniz ebedi hayatın limanına kesinlikle ulaşabilirsiniz. 

Aziz İgnatius birkaç mektubunu İzmir’de yazdı. Papa Hazretleri XVI. Benedict’in öğrettiği üzere hiçbir Kilise Babası Mesih’le birleşme ve O’nda yaşam özlemini İgnatius kadar yoğun bir şekilde dile getirmemiştir. İgnatius bu iki özlemi kendisinde birleştirir. O bir yandan Tarsuslu Aziz Pavlus gibi Mesih’le birleşmeyi amaçlarken, öte yandan da Yuhanna’nınki gibi Mesih’te yaşama odaklanır.

Nitekim Pavlus Filipililere Mektubunda şöyle haykırır: “(B)enim için kazanç olan her şeyi Mesih uğruna zarar saydım. (U)ğruna her şeyi yitirdiğim Rabbim İsa Mesih’i tanımanın üstün değeri yanında her şeyi zarar sayıyorum, süprüntü sayıyorum. Öyle ki, Mesih’i kazanayım ve Mesih’e iman etmekle kazanılan doğruluğa sahip olarak Mesih’te bulunayım” (Filipililer 3,7-8). Mesih’le birleşmek için dünyanın değerli saydığı her şeyi süprüntü saymak, adeta çöp yerine koymak. Pavlus bunu yaptı, İgnatius da yaptı, hayatını feda etti.

Diğer yandan Yuhanna ise İsa ile asma dalları gibi birleşip meyve vermekten bahsetmiyor muydu? Peki ya biz Mesih’e böyle mi bağlıyız? Yaşamlarımızda bunun meyveleri görülüyor mu? İgnatius’un verdiği meyveler bambaşkaydı oysa. 

Ama bu mektupların en etkileyici noktası nedir, biliyor musunuz? İgnatius Romalı Hristiyanlardan onu bekleyen sona müdahale etmemelerini ister; “bırakın şehit olayım!” diye yalvarır onlara. İgnatius, Pavlus gibi, Yuhanna gibi Mesih’le benzeş olmayı arzuladı hep. O hem yaşarken hem de ölürken Mesih’e benzemeyi ve bir an evvel O’na kavuşmak için O’nun gibi ölmeyi arzuladı. Roma’da İmparatorluk Sarayında çalışan Hristiyanlara: “Yalvarıyorum size, bana karşı yersiz, yararıma olmayan bir merhamet göstermeyin. Bırakın, Tanrı’ya erişmeye araç olan hayvanların yemi olayım. Aksine hayvanları yüreklendirin ki mezarım olsunlar, vücudumdan hiçbir şey arta kalmasın ve ölümümden sonra kimseye yük olmayayım. O zaman, dünya artık vücudumu bile görmediği zaman, ben İsa Mesih’in gerçek şakirdi olacağım” (Romalılara Mektup, 3,1-5,3). 

Sizlere dağıttığımız, 17. yy’da çizilmiş tabloda gördüğünüz gibi İgnatius aç bırakılmış vahşi hayvanlar tarafından paramparça edilerek şehit oldu. O Rabbi İsa’ya böyle kavuşurken Roma halkı coşkuyla zafer naraları atıyordu. Ama bu onun umurunda değildi. Çünkü onun asıl isteği kendisini İsa Mesih’le birleştirme hevesidir: “Dünyanın sonuna kadar hüküm sürmektense, İsa Mesih’e giderken ölmek benim için iyidir. Benim için ölen O’nu arıyorum, bizim için dirilen O’nu istiyorum… Tanrımın Tutkusunun bir taklitçisi olayım!” (Romalılar 5-6).

Ancak bu dünyada bulunduğu sürece de Mesih’te yaşama isteklidir. Bunun ilk yollarından bir tanesi Mesih gibi merhametli olmaktır. İgnatius’a göre Mesih’in merhameti bizlerim yaşadığı merhametten fersah fersah farklıdır: “Mesih bizim gibi davransaydı mahvolurduk!” Bizler onun şakirtlerinden başka bir şey değiliz ve böyle olduğumuz için de eskimiş, ekşimiş bozuk mayamızı atmalıyız: “İsa Mesih’te tuz olunuz ki, içinizden kimse kokuşmasın, çünkü O’nun kokusu sizi suçlayacaktır” (Magnesyalılar’a Mektup).

İgnatius’un tavsiye ettiği ikinci yol ise “sevgi ve hoşgörü” yoludur: “Hoşgörü, munis bir sabır göstererek, Rabbin teni olan inanda, İsa Mesih’in kanı olan sevgide yeni bir varlığa kavuşun, sevgili kardeşlerim”. Kardeşin kardeşe karşı kin beslemesi ona göre Tanrı’nın kutsal ismine sövmek anlamına gelecek bir karşı şehadettir: “İçinizden kimse komşusuna kin beslemesin. Birkaç kendini bilmez yüzünden, paganların Tanrı cemaatine sövmelerine mahal vermeyin. Gerçekten de Kitap şöyle der. Vay düşüncesizliği nedeniyle ismimi sövdürene!” (Tralyalılara Mektup 8,1-9,2).

Mesih’te yaşamın bir diğer kaidesi ise Hristiyanlığı sözde değil özde yaşamaktır, ancak bu şekilde Mesih’e benzeş olunur: “Her kim inanırsa günah işlemez. Her kim severse, kin duymaz. Ağaç meyvelerinden belli olur” (Efeslilere Mektup, 13-18,1). Bizler bunu güzel Türkçemizde “Aslan yattığı yerden belli olur!” diye ifade ederiz. Bana yattığın yeri, yani yuvanı, senin gerçeğini, yani kararlarını, sözlerini, seçimlerini, aldığın yolları göster sana ne tür bir Hristiyan olduğunu söyleyeyim!

İgnatius’un Mesih’e benzeme ve O’nunla birleşmeye yönelik arzusunun kaynağında ne vardır biliyor musunuz, sevgili kardeşlerim? Kutsal Üçlü Birlik! Hristiyanların bu dünyada gerçekleştirebilecekleri birlik Kutsal Üçlü Birlik’ten esinlenmelidir. O’na göre birlik saf haliyle yalnızca Tanrı’da bulunur ve Hıristiyanlar tarafından bu dünyada gerçekleştirilecek olan birlik, Kutsal Üçlü Birliğe benzemekten başka bir şey değildir. Bu birlik ise en güzel ifadesini episkoposlara itaatte bulur: “Sizleri yücelten İsa Mesih’e her yönden şükretmeniz gerekir ki tek bir itaat duygusunda birleşerek, yani Episkopos ve ruhbanlara bağlı kalarak her alanda, her bakımdan azizleşmeniz mümkün olsun” (Efeslilere Mektup 2,2.5,2). 

Sadece imanlılar değil, aynı şekilde ruhbanlar da episkoposlarına bağlı olmalıdırlar. Öte yandan episkoposların, rahiplerin ve diyakozların topluluğu inşa etme konusundaki özel sorumlulukları açıktır. Sevgi ve birlik çağrısı her şeyden önce onlar için geçerlidir. İgnatius “Bir olun” diye yazar ve İsa’nın Son Akşam Yemeği’ndeki duasını yankılar: “Tek yakarış, tek akıl, sevgide tek umut… Hepiniz Tanrı’nın tek tapınağına, tek sunağa gelir gibi İsa Mesih’e gelin: O birdir ve tek Baba’dan yola çıkarak onunla birleşmiş ve birlik içinde ona dönmüştür” (7:1-2). 

Episkoposa itaat etmek gerçek bir Hristiyan olmanın gereğidir, yoksa sadece Hristiyan adını taşımak yeterli değildir: “Bazıları episkoposun adını ağzından düşürmez ama her şeyi o yokmuş gibi yapar. Bu insanların vicdanının müsterih olacağını sanmıyorum, nitekim cemaatleri meşru olmadığı gibi Tanrı buyruğuna da uygun değildir” der İgnatius (Magnesyalılara Mektup, 1,1-5,1).

İşte sevgili kardeşlerim hepimiz için, bu pişmanlık ve Rabbe dönüş günleri yaşadığımız kutsal günlerde rehber olacak bir hayat. Aziz İgnatius’a bakarak kendi yaşamlarımızı onunkiyle karşılaştıralım. Mesih için, kardeşlerimiz için hayatımızı hiçe saymak elbette büyük bir şehadettir. Ama hayatımızın her anını, her nefesini, kararlarımızı, seçimlerimizi, duygularımızı O’nunkilere benzetmeye çalışmak, bu yüzden Kötü Olan’ın ayartmaları ve kendi ihtiraslarımızla mücadele etmek, yani yaşarken O’na tanıklık etmek ise en büyük şehadettir. Mesih’le bir olmak ve Mesih’te yaşamak. 

Rabbimizin ve bizlerin annesi, himayesine sığındığımız Kutsal Meryem, Aziz İgnatius ve Aziz Polikarp bizler için dua ederek bizlere yardımcı olsunlar ki, hepimiz Mesih İsa’nın gerçek tanıkları olabilelim. 

 

✠ Mons. Antuan Ilgıt S.I.



Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir