2024 Aziz Polikarp Novena Vaazları 9

0

Novena dokuzuncu gün

Aziz Efrem

İzmir, 22 Şubat 2024

Sevgili kardeşlerim,

 

Tanrı her birimizi O’na dönmeye çağırıyor; O’nun çağrısını duyup yüzünü O’na çeviren herkesin ilk farkına vardığı şey ise O’nun engin sevgisi karşısında bizlerin günahkâr olduğumuz, yanı O’nun sevgisinden fersah fersah uzak yaşadığımız gerçeği oluyor. 

Genelde bunu keşfettiğimizde, yani kendimizi ıslah olmaz birer günahkâr olduğumuzu anladığımızda kendimizi çaresiz hissedebiliriz. Tıpkı Aziz Petrus’un hissettiği gibi. Luka İncilinde anlatıldığı üzere, İsa’nın Söz’ü üzerine Petrus ve kardeşleri balık ağlarını tekrar denize atıp, ağları mucizevi bir şekilde dolu olarak çekince: “Ya Rab, benden uzak dur, ben günahlı bir adamım” (Lukas 5,8) diyerek İsa’nın dizlerine kapanmıştı. Petrus O’nun engin merhametine mazhar oldu ve Rab Kilisesini onun üzerine kurmak suretiyle bir günahkardan bir havari yaptı. 

Dolayısıyla sevgili kardeşlerim günahımız ne kadar büyük ve ne kadar çok olursa olsun O’nun engin sevgisi ve sınırsız merhameti karşısında korkmamalı, Petrus gibi O’nun yüceliğini tanıyarak dizlerine kapanmalıyız. Davud’un Mezmurlarda söylediği gibi “Tümüyle yıka beni suçumdan, Arıt beni günahımdan. Çünkü biliyorum isyanlarımı, Günahım sürekli karşımda” (51,2-3) diye mütevazi kalple günahını tanıyan herkes için mutlaka kucak dolusu merhamet olacaktır: “Günahlarınız sizi kana boyamış bile olsa Kar gibi ak pak olacaksınız. Elleriniz kırmız böceği gibi kızıl olsa da Yapağı gibi bembeyaz olacak” der Yeşaya Peygamber (1,18)

Az evvel okuduğumuz Kutsal Sözler de bize aynı dinamikte bahsediyor. Yeşaya tüm görkemiyle Rabbi gördüğünü söylüyor. O’nun tahtında oturduğunu, giysisinin eteklerinin tüm tapınağı doldurduğunu, iki değil, dört değil, altı kanadı olan baş meleklerin çevresinde uçuşarak yüceliğini terennüm ettiğini anlatıyor: “Her Şeye Egemen RAB Kutsal, kutsal, kutsaldır. O’nun yüceliği bütün dünyayı doldurur”. Bu noktada Yeşaya da Rabbin yüceliğiyle karşılaşan her günahkâr gibi günahkâr olduğunu, hatta ve hatta mensubu olduğu halkın da günahkâr bir halk olduğunu hatırlıyor: “Vay başıma! Mahvoldum” diye haykırıyor Yeşaya, “Çünkü dudakları kirli bir adamım, dudakları kirli bir halkın arasında yaşıyorum. Buna karşın Kral’ı, Her Şeye Egemen RAB’bi gözlerimle gördüm”. İbrahim gibi, Musa gibi, Petrus gibi, Pavlus gibi, daha niceleri gibi Yeşaya da Tanrı’nın yüceliği ve merhameti ile karşılaşınca kendi günahkarlığının, kendi küçüklüğünün ayırdına varıyor. 

Şimdi isterseniz biraz yakından Yeşaya’nın günahına bakalım. Yeşaya hem kendisinin hem de halkının dudaklarının kirli olduğundan yakınıyor. Mecazi peygamberlik dilinde dudaklar ve ağız kalp ile eşleştirilir ve her ikisi de görünür Söz’le bağlantılıdır. Yasa’nın Tekrarı kitabı bunu “Tanrı sözü size çok yakındır; uymanız için ağzınızda ve yüreğinizdedir” (30,14) diye ifade ederken Mezmurlar şöyle devam ederler: “Ağzımı özlemle açıyorum, çünkü senin buyruklarını özlüyorum” (119,131). 

Fakat aynı ağız ve dudaklar Rab’be karşı günah işlemekte de kullanılırlar ve Rab bu durumdan hoşnut değildir: “Bu halk bana yaklaşıp Ağızlarıyla, dudaklarıyla beni sayar, ama yürekleri benden uzak” (Yeşaya 29,13). Ağız ve dudakların ürünü olan günah insanı kirli kılar ve “ağız yüreğin doluluğundan konuştuğu için” (Mt 13,34) bu kirlilik aslında yüreğin kirliliğidir. Tanrı’nın kutsallığı karşısında kendini çarpıcı bir şekilde ortaya koyan her insanın günahı, içsel dağınıklıkla yıpranmış yürektir.

İşte bu kirlikten kurtulmak için ateşe ihtiyaç vardır. Nitekim Yeşaya’da bağışlamayı arınma olarak okuruz. Dudaklara başmelekler tarafından yaklaştırılan yanan kömür bağışlanmayı ve Kutsal Ruh tarafından bir ateş edasıyla yüreğin arındırılmasını ifade eder. Luka İncilinde İsa Mesih “Yeryüzüne ateş getirmeye geldim, şimdiden tutuşmuş olmasını ne kadar isterdim” derken tam da bu bağışlayıcılığı, bu arınmayı kastetmektedir (Lk 12,49). Dolayısıyla yüreklerin birliği Tanrı’nın bir armağanıdır: “O zaman, hep birlikte beni adımla çağırmaları, omuz omuza bana hizmet etmeleri için, Halkların dudaklarını pak kılacağım” (Sofonya 3,9).

İşte bizi değiştirecek olan budur sevgili kardeşlerim. Tanrı bizden büyük büyük eylemler yapmamızı, belli başlı şekil şartlarını yerine getirmemizi değil, mütevazi bir kalple O’nun engin sevgisini ve kendi günahlarımızı tanıyıp O’na dönme arzumuzu yüksek sesle bildirmemizi bekliyor. Bunu yapan herkes için “Merhamet” kapıda bekliyor olacaktır: “Kapıyı çalın, size açılacaktır” diyor Matta incilinde (7,7) hatta Vahiy kitabında “İşte kapıda durmuş, kapıyı (ben) çalıyorum. Biri sesimi işitir ve kapıyı açarsa, onun yanına gireceğim; ben onunla, o da benimle, birlikte yemek yiyeceğiz” (3,20). Zahmete gerek yok, bizi kapıda bekleyen, kapımıza kadar gelen ve onu usulca çalan bir merhamet var kardeşlerim. Ne zaman açacaksınız kapılarınızı? Ne zaman açacağız kapımızı bu engin Merhamet’e?

2014 senesinde Azizlik mertebesine yükseltilen Papa II. Jean Paul, Papa olarak seçilir seçilmez verdiği il vaazında hepimizin kalplerine kazınacak şu sözleri söylemişti: “Kardeşlerim! Mesih’i karşılamaktan ve O’nun gücünü kabul etmekten korkmayın! […]. Korkmayın! Açın, Mesih’e kapıları ardına kadar açın! O’nun kurtarıcı gücüne devletlerin sınırlarını, ekonomik sistemlerin yanı sıra siyasi sistemleri, geniş kültür, medeniyet ve kalkınma alanlarını açın. Korkmayın! Mesih İsa insanın içinde ne olduğunu bilir. Yalnızca O bilir!”. Siz de korkmayın! 

Kutsal Efkaristiya Ayininde dudaklarımız ve ağzımızla kalplerimize alma lütfuna sahip olduğumuz Mesih İsa’nın bedeni ve kanı bizleri arıtacak en önemli ilaçtır sevgili kardeşlerim. Bugün sizlere bu gerçeğe bütün kalbiyle iman etmiş, yine bu toprakların bir evladı, 306 senesinde Nusaybin’de doğmuş olan, büyük bir Süryani Aziz olan Efrem’den bahsetmek istiyorum. Aziz Efrem Nusaybin Episkoposu Yakup’un (303-338) yanında yetişti ve onunla Nusaybin İlahiyat Okulunu kurdu. Diyakoz olarak atanan Efrem, Nusaybin’in Perslerin eline geçtiği 363 yılına kadar yerel Hıristiyan cemaatinin yaşamında yoğun bir şekilde yer almıştır. Efrem daha sonra bugün Şanlıurfa diye bildiğimiz Antik Edessa’ya göç etti ve burada vaiz olarak çalışmaya devam etti. Veba kurbanlarını tedavi ederken kaptığı bir hastalığın kurbanı olarak da 373 yılında bu şehirde öldü.

Aziz Efrem bize büyük bir teolojik miras bırakmıştır. Birçok açıdan zengin ve ilginç bir yazardır, ama özellikle teolojik açıdan. Çalışmalarının özelliği, teoloji ve şiirin onda buluşmasıdır. Onun doktrinine yaklaşmak istiyorsak, en başından itibaren bu konuda ısrarcı olmalıyız: teolojiyi şiirsel bir biçimde yapıyor. Şiir, Efrem’in paradokslar ve imgeler aracılığıyla teolojik düşüncesini derinleştirmesine olanak tanır, aynı zamanda teolojisi ayine dönüşür, müziğe dönüşür. Nitekim o büyük bir besteci, bir müzisyendi ve bu özelliğiyle de ünü Anadolu topraklarından bütün dünyaya yayıldı.

Sizlere bugün dağıttığımız resim de bunun güzel bir kanıtı. Aziz Efrem’in tüm Katolik Kilisesi için 1920 senesinde Papa Hazretleri XV. Benedict tarafından Kilise Doktoru olarak ilan edilişinin 100. Yılını kutlamak üzere Vatikan tarafından basılan bir pul bu aslında. Pulun üzerinde Aziz Efrem ve onun ayırt edici bazı özellikleri çeşitli sembollerle gösterilmiş. Örneğin kanatlarıyla Aziz’in sol elinde tuttuğu çalgının tellerine dokunan ve Kutsal Ruh’u ifade eden bir güvercin görebiliyoruz. Bu Aziz Efrem’in Kutsal Ruh’un esinlemesiyle yazdığı şiirleri ve besteleri hatırlatıyor bizlere. 

Üzerinde “M” harfi olan yıldız ise onun Meryemana’mıza olan bağlılığını hatırlatıyor. Elinde tuttuğu tüyden kalemle ise Beden almış Mesih İsa öğretisinin temellerinden olan şu sözü yazmaya hazırlanıyor: “Sırlarını dilimize çeviren” – yani yüce sevgisini ve kurtarışını bizlere bizlerin sözleriyle açıklayan – “kutlu olsun!”.

Aziz Efrem’in gözleri sürekli Yaratıcı Tanrı’yı arar durur. Ona göre yaratılıştaki hiçbir şey bir tesadüf değildir. Tıpkı Loyolalı Aziz İgnatius’un “Tanrı’yı her şeyde bulması” ya da Bagnoreggiolu Bonaventura’nın tüm yaratılışı Tanrı Söz’ü olarak görmesi gibi Aziz Efrem için de dünya Mukaddes Kitap’la birlikte Tanrı’nın bir İncil’idir. Ama maalesef insanoğlu Tanrı’nın kendisine armağan olarak bahşettiği özgürlüğünü kötüye kullanarak bütün bu kozmosu, yani güzellik ve düzeni, alt üst eder.

Her ne kadar günahın kaynağında Havva’nın itaatsizliğe olsa da Efrem Meryem’e olan sevgisiyle kadını baş tacı eder. Kadından bahsederken kullandığı üslup her zaman duyarlılık ve saygıdan ilham alır: İsa’nın Meryem’in rahmine yerleşmesi onun için kadının saygınlığını büyük ölçüde artırmıştır. Efrem için, İsa olmadan kefaret söz konusu olamayacağı gibi, Meryem olmadan da Beden alma olmaz.

Hıristiyan geleneği tarafından “Kutsal Ruh’un sesi” unvanıyla onurlandırılan Efrem, Mesih’in gizemini ifade etmek için çok çeşitli temalar, ifadeler ve imgeler kullanır. Örneğin Kutsal Efkaristiya’dan söz ederken iki imgeye başvurur: “Kor” ya da “Köz” ve “İnci”. Hemen farkına varmışsınızdır; “Köz” teması az evvel okuduğumuz Peygamber Yeşaya’dan esinlenir aslında. Bu, közü maşayla alan ve arındırmak için peygamberin dudaklarına dokunan başmeleğin imgesidir; öte yandan Hristiyan, Mesih’in kendisi olan köze dokunmak suretiyle onu tüketir.

Gelin hep beraber Aziz Efrem’in bu konu üzerine yazdığı en güzel şiirlerinden birini okuyalım hep beraber:

 

“Ey ölüler, sizlere meccanen verilen hayatı, özlemle kucaklayın,

Adem bahçesinde sizleri tek bir meyve öldürmüştür, 

tek bir meyveyle de meccanen hayat buldunuz.

Ey kardeşlerim, O yakıcı bir ateştir; lütfen sizler, önünde diken olmayınız.

Pak olup da onu alan yaşayacaktır, yüzsüzce onu alacak günahkâr da helak olacaktır.

O temiz bir bedendir, yüreğiniz yerine elinizi yıkamayınız.

Temiz elleri değil, temiz yürekleri sever.

Şu an kutsal kurban dağıtılıyor, ona göre herkes kendini sınasın,

Yüreği tarafından azarlanıyorsa biri, hakimin yanına yaklaşmasın.

Adem elini uzattı, içinde saklanmış ölümcül meyveyi almıştı.

Sizler de elinizi uzatın, içinde saklanmış yaşam ekmeğini alın yiyin.

Ey kardeşlerim! Lütfen neyi aldığınızın bilincinde olun, çünkü bu ekmeğin iki

özelliği vardır: İyilere yaşam ilacı iken kötülere ise ölümcül zehirdir”.

 

Gördüğünüz gibi Efrem, Aziz Pavlus’un mektuplarında da olduğu gibi, bizlere Kutsal Ruh’un tapınağı olduğumuzu hatırlatır ve Kutsal Efkaristiya’nın ateşiyle arınmamız için O’na yaklaşırken günahlarımızın bilincinde ve O’na dönmüş olarak yaklaşmamızı öğütler. Nitekim Efkaristiya’ya hakkettiği gibi, merhamet arayan bir kalple yaklaşmayanlar için O “ölümcül bir zehir” iken, günahlarından af dileyip Rab’be dönenler için bir “yaşam ilacı” olacaktır.

Yeşaya başmeleklerden birinin ona doğru uçtuğunu, elinde sunaktan maşayla aldığı kor ile ağzına dokunduktan, günahları bağışlandıktan sonra Rab’bin sesini işittiğini söyler. Rab şöyle sorar: “Kimi göndereyim? Bizim için kim gidecek?”. Yeşaya artık bağışlanmış bir şekilde coşkuyla ve mütevazi bir kalple öne atar kendini: “Ben! Beni gönder!”

İşte Rab’bin sevgisi ve bağışlayıcılığı ile karşılaştıktan, yüzümüzü, kalbimize O’na doğru çevirdikten ve O’nun merhameti ile kucaklandıktan sonra bize verilen en önemli teselli: Rab’bin bize olan güveni. Rab kurtuluş müjdesini herkese duyurmak için bizlerle iş birliği yapmak istiyor. Sayısız peygamberi, İbrahim, Musa, Harun, Yeşaya, Pavlus, Petrus, İgnatius ve Tekla’yı gönderdiği gibi bizlere de soruyor: “Kimi göndereyim? Bizim için kim gidecek?”.

Çoğu zaman bizler “Ben! Beni gönder!” demekten imtina ediyoruz, çünkü kendimizi O’na adamanın, O’nun kurtuluşunu duyurmanın zor olduğunu düşünüp zayıflıklarımızdan korkuyoruz. Ama geçen gün de dediğim gibi İsa Mesih Kötü Olan’ı yendi, O’na sığındığımız her an bizler de muzafferiz. Buna olan inançla gelin hep beraber kalplerimizin derinliklerinde Rab’be: “Ben! Beni gönder!” diyelim ve bizleri Şeytan’ın ayartmalarında korusun diye Aziz Efrem’in sözleriyle dua edelim: 

Yirmi Sekizinci Şiir

Şeytan’ın İnsanları Günaha Nasıl Düşürdüğüne Dair Sırrını Açıklamaktadır

 

Ey Allah’ım! Seni zayıflığımızın, yardımına çağırıyoruz.

Sana güvenerek başlayalım ve isteğin gibi de tamamlayalım işimizi.

Ey Rabb’imiz! Gücünle bizlere güç ver ki, bizleri kovalayanla muharebe edebilelim.

Ve gücünle yenelim, bizlerle savaşan Şeytanı…

İmanın gücüyle ve umuduyla, onun ordusuna karşı çıkalım.

Şeytan’a karşı savaş açalım ve bütün hilelerini teşhir edelim.

Ey Rabb’imiz! Bizlere zafer kazandır ki, bütün sırlarını ifşa edelim.

Aydın insanların önünde açıklayalım ki, onun tuzaklarına yakalanmasınlar.

Şefkatinin güvencesine inanarak, çıkıyorum meydan muharebesine.

Şeytana karşı savaş başlatayım, çünkü hileleriyle bizimle savaşmaktadır.

Seçtiğin on iki elçiye, sen yetki verdin.

Yılanlara, akreplere ve lanetlilere basıp ezmek için.

Adil ve sadık olan o kölen, Eyüb’e güç verdin.

Dünyada benzeri olmamıştır, senin onun hakkında tanıklık ettiğin gibi…

Böylece zayıf ve perişan olan kölen, Efrem’e de aynı gücü ver.

İnayetinin yardımıyla dirayetli bir şekilde, savaşa çıkabilsin Şeytana karşı.

Gilyad’a karşı savaşan Davut gibi, çünkü İsrail’in birliklerine hakaretler yağdırmıştı. 

Göklerdeki güçler de, göklerde Amin diyebilsinler. AMİN

 

✠ Mons. Antuan Ilgıt S.I.